“ANADOLU” Serisinin Amacı ve Önemi Üzerine
01-12-2024
04:10
İki farklı toplum ve bu toplumların konuştuğu iki farklı dil düşünelim. Örneğin İzlanda ve Bulgaristan toplumları. Bu toplumların kullandığı dillerde söylenişi aynı, anlamları farklı bir kelime bulmak mümkündür. Örneğin “kaka” kelimesi İzlandaca ‘pasta’ anlamına gelirken Bulgarca ‘abla’ anlamına gelir. Ortada iki farklı toplum ve iki farklı dil olduğunda bu durum bazı komik durumların ortaya çıkmasına sebep olsa da genel olarak büyük bir problem yaratmaz. Peki ya aynı toplumda, aynı dili konuşan insanlar arasında benzer bir durum oluşursa ne olur?
Temel basit kelimelerde değilse de kavramlar açısından bakıldığında günümüz Anadolu toplumunda tam da bu türden bir ayrım ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Demokrat Parti döneminden başlayarak, zamanla hoyrat bir hızla artan taşradan kente göçün bir sonucu olarak ortaya çıkan bu durum, toplumun en temellerinde güçlü bir kutuplaşmaya vesile oluyor. Bu kutuplaşmadan fayda sağlayan maymun iştahlı politikacılar da kavramların altını bilinçli şekilde oyarak, ayrışmayı derinleştirmekte bir beis görmüyor.
Bu ayrışma, köken olarak çok eskilere dayanıyor olsa da ayrışmanın bu denli görünür hale gelmesinde sosyal medyanın da oldukça önemli bir rolü var. Sosyal medyanın algoritma sistemi de sivri olanları ön plana çıkardığı için, çoğunluğun düşüncesini yansıtmayan karikatür karakterler, bir şekilde kanaat önderi rolüne bürünüyor.
Bu kutuplar çoğunlukla “muhafazakarlar” ve “sekülerler” şeklinde adlandırılsa da Besim Dellaloğlu ve Dücane Cündioğlu gibi entelektüeller Türkiye’deki bu kutupları kent ve taşra kültürü olarak ayırmayı tercih ediyor. Taraflara verilen isimler çeşitlilik gösteriyor olsa da Anadolu toplumunun ve beraberinde kültürünün, iki kutuplu bir ayrışmaya maruz kaldığı ve bu ayrışmanın her geçen gün derinleştiği itiraz edilemeyecek bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Toplum içindeki bu kutuplaşmanın bir sonucu olarak da aynı kelimelerle ifade edilen kavramların iki kutupta farklı anlamlar ifade etmeye başladığını görüyoruz. Bu durum, toplumun tamamını ilgilendiren bazı önemli konularda anlaşmayı tümüyle imkansız hale getiriyor çünkü taraflar aslında aynı dili konuşmuyor.
Örnek olarak “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını ele alalım. Kavram temel olarak toplumdaki kadın, erkek ve diğer cinsel yönelimli bireylerin eşit hak ve özgürlüklere sahip olması anlamına geliyor. Ancak toplumun taşra kültürüne sahip daha muhafazakar kesimi bu kavramı gençlerin cinsiyetsizleştirilmesi, tüm gençlerin lgbti+ bireylere dönüştürülmesi olarak yorumluyor. Özünde tüm toplumsal cinsiyetlerin eşit hak ve özürlüklere sahip olmasına karşı çıkmayacak büyük toplum kitleleri, kavrama sonradan yüklenen anlamlara karşı çıkıyor.
Karşı yönlü bir örnek için de “geleneksel aile yapısı” kavramını ele alabiliriz. Bu kavram toplumun daha seküler kutbunda; kadınların eve kapatılıp, yalnızca ev işleri ve çocuk yetiştirmekle ilgilendiği, kız çocuklarının okutulmadığı, erkeğin evin tartışmasız tek reisi olduğu ve fiziksel şiddete başvurmaktan çekinmediği bir aile yapısı olarak algılanıyor. Oysa muhafazakar olarak tanımlanan kitlenin büyük çoğunluğu kadının toplumdaki sosyal yerini, kız çocuklarının okula gönderilmesini ve kadınların çalışma hayatına katılmasını çoktan kabullenmiş durumda. “Geleneksel aile yapısı” anne baba ve çocuk üçgeninin korunduğu, boşanmaların ve evlilik dışı çocukların en aza indirgendiği bir yapıyı tanımlıyor.
Peki kavramlar hakkındaki bu anlam kargaşası nereden kaynaklanıyor?
Bu soruya -bir çok sosyolojik meselede olduğu gibi- tek ve genel-geçer, basit bir cevap vermek pek mümkün olmasa da iki önemli failden bahsedebiliriz. Bunlardan biri kutuplanmadan beslenen politikacı ve medya ikonlarının bilinçli söylemleri diğeri ise sosyal medyanın sivri uçları öne çıkarak şekilde çalışan algoritma sistemi ve bu sistemin yarattığı yankı odaları.
Karşı tarafı düşmanlaştırmak maksadıyla bilinçli olarak kavramları çarpıtan politikacılar ülkedeki siyasetin iki yönünü de domine etmiş durumda. Öte yandan tık alma meraklısı şaklabanlar her yandan dikkat çekici sivri söylemlerle kendilerinden bahsettirmeye pek hevesli.
İşte Anadolu serisi tam da bu noktada çok kıymetli bir yere oturuyor. Toplumdaki muhafazakar, taşralı kültürün temel düşünce ve duygularını anlamak istiyorsak kendine kanaat önderi diyen sosyal medya şaklabanlarından medet ummayı bırakıp geleneksel halk edebiyatının sesine kulak vermeliyiz. Çıkar amaçlı toplum mühendisleri ve hepi topu bir kaç bin kişiden oluşan tarikatların sözde şeyhleri “Anadolu” kültüründen çok uzak bir anlatımı genel geçer gibi anlatmaya çalışırken bizzat o toplumun içinden seslenen geleneksel halk şairleri toplumun gerçek meselelerini en samimi hislerle aktarmaya devam ediyor.
Kutuplaşarak ayrılmaya yüz tutmuş toplumuzun yeniden tek vücut olması, kavramların anlamlarının netleştirilmesi ve kutupların birbirleri ile anlamlı iletişim kurabilmesinden geçiyor.
Geleneksel Halk Edebiyatı türünde yazılmış eserlerden oluşan “ANADOLU” serisinin her bir kitabı, bir çeşit sözlük işlevini yerine getirerek, toplumun kutupları arasındaki iletişimi güçlendirecek birer başyapıt olma özelliğini taşıyor.
avagidenav
-EMRE ULUTAŞ
avagidenav
-EMRE ULUTAŞ